AHMET HAMDİ TANPINAR'IN ESERLERİNDE ESTETİK TRANS

AHMET HAMDİ TANPINAR'IN ESERLERİNDE ESTETİK TRANS

0 TL

  • Yazar: Dr. Vahap KABAHASANOĞLU
  • ISBN:978-605-80711-1-7
  • Kategori: Edebiyat, Araştırma
  • Baskı Yılı: 2019, Mayıs
  • Sayfa Sayısı: 240

Bu inceleme, Yeni Türk Edebiyatı alanında şiir, hikâye, roman,
deneme, makale ve mektuplar konusunda edebiyat, sanat ve kültür
dokumuzun prototipi sayılan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın sanatını oluşturan
"estetik trans"ları tesbit için yapıldı.
Böyle bir tetkike girmeden evvel "estetik trans (estetik geçişler)"
hakkında bilgiler toplandı. Mukayeseler yapıldı ve bir metot tesbit
edildi.
Bilindiği gibi çağımızda edebî metinlerin dış yapıları ile ilgili bilgiler
artık çok basit bilgiler arasına girmiş bulunduğundan günümüzün
edebiyat araştırmaları daha çok sanat eserinin mayalandığı iç
dünyaya yönelmiş bulunuyor. Mehmet Kaplan, Batı'da gelişen modern
tahlil metotlarını kullanarak bizim sanat eserlerimize, onlardan
da yazarlarımızın iç dünyalarına girmiş ve bu karanlık dünyayı oldukça
aydınlatmış bulunuyor. Hattâ, "Tanpınar'ın Şiir Dünyası" adlı
'araştırmasında, "Estetik heyecanları unutmayan bir şâir, bu heyecanlardan
faydalanarak üstün değerde şiirler vücuda getirebilirler." görüşünü
ileri sürmüştür.
Biz de bu araştırmaya başlarken bu heyecanların "estetik trans"
haline geçerek Tanpınar'ın eserini nasıl oluşturduğunu tesbite çalıştık.
Evvelâ "estetik trans"ın ne olduğu üzerinde durduk. Bunun için "estetik
trans" halinin bizim edebiyatımızda ortaya çıkışına baktık. Bilhassa
tasavvuf edebiyatımızdaki “cezbe” ve “vecd” hallerinin doğuşuna,
sebep ve neticelerine eğildik. Mutasavvıflardaki "cezbe" ve
"vecd" hallerinin genel olarak dinî bir muhteva taşıdığını gördük.
Konunun asıl dikkate değer tarafı, mutasavvıflarda gördüğümüz ve
ilâhî bir nitelik arz eden "cezbe ile vecd" halinin psişik yapı bakımından
Tanpınar'da aynen yaşadığına şahit olduk. Oysa Tanpınar'da mutasavvıflardaki
dinî duygulardan söz edilemezdi, edilmesi mümkün
değildi. Bunun için Tanpınar'ın, her hangi bir eşya, kavram veya geçmişteki bir hatıra yahut iç dünyasında fiksiyon haline gelmiş her
hangi bir inancın, tesiriyle eserini inşa ederken duyduğu ve ilâhi vecde
benzeyen bu heyecanının muhtevasını izah etmek, çözmek gerekti.
Probleme bu bakış açısından yaklaştık. Kaplan’ı yeniden okuduk.
Tanpınar’ın, ölümünden sonra müsveddeler halinde Türkiyat Enstitüsü’ne
verilen ve Ekim-1987'de yayınlanan AYDAKİ KADIN romanı
dâhil bütün eserlerini tek tek taradık. Edebî eserler üzerinde Batı'da
yapılan analizlerin tercümelerini gözden geçirdik. Bu araştırmalardan
sonra Tanpınar'ın eserini oluşturan gücün “estetik translar” olduğunu
ortaya çıkardık. Hattâ onun bu translara sürüklenişinin sebeplerini
ve bunların şifrelerini bulduk. Meselâ, "su", (daha çok musikî
olarak) "ses", "rüya", “ayna”, “çocukluktan kalan korkuları tedaî ettiren
durumlar", "eskiye ait çeşitli eşyalar, nebatlardan "erguvan" ve
"sarmaşık" onun bütün eserlerinde sık sık karşılaştığımız "estetik
trans" şifrelerinden bir kaçıdır.
"Estetik translar", yukarıda da zikrettiğimiz gibi psikolojik oluşum
bakımından ilâhî vecd hâline benzemektedir. Yalnız, "ilâhî vecd"
terimindeki "ilâhî" unsurunun yerini Tanpınar'da dinle ilgisi olmayan
"estetik" almış bulunuyor. Aslında "trans" hâli ile “vecd” hali arasında
ruh yapısı bakımından yukarıda da belirttiğimiz gibi hiç bir fark
yoktur. Heyecan heyecandır. Ancak onu hususiyle getiren faktörler
değişik olabiliyor. Sanatkârlarda bu faktörler dıştan veya geçmiş hatıralardan
kaynaklanıyor.
Estetik özü teşkil eden bu faktörler, insanda harikulade duygular
uyandıran "fenomenler" olarak ele alınıyor. Sanatkârı estetik transa
sokan esas faktör de bu fenomenlerin iç dünyada uyandırdığı güzellik
duygusudur. Tabiî güzellik çok değişkendir. Etkilenme, tesirlenme ne
kadar yüksek olursa “estetik trans” süresi de o kadar uzun oluyor.
Bu araştırmayı yaparken Tanpınar'ın eserlerinde bunun çok değişik
örneklerine rastladık.
Meselâ, “Abdullah Efendi'nin Rüyâları”nda o kadar tesirli fenomenlerle
karşılaştık ki, yazarın bundan sonra kaleme aldığı eserlerinde
hep bu fenomenlerin birer “leit-motif” gibi dolaşıp durduğunu
müşahede ettik. Hattâ yazar bu eserinde o kadar etkileyici bir transa
girmiş ki, sanat hayatının sonuna kadar kendini bu tesirden kurtaramamıştır.
Zaten bizi bu araştırmaya sevk eden etkili faktör de yazarın,
sanat eserinin içyapısı konusunda bizatihi ileri sürdüğü görüşlerdir.
Bu görüşler çok kere psikologları derin derin düşündüren, hattâ onları
bazen aşan görüşler olarak kendini göstermekte, tahlilci ve yorumcuyu
güç durumlara düşürmektedir. Alfred Adler; Dostoyevsky için:
"En büyük psikolog..." der. Tanpınar, bizim edebiyatımızın insana inemeyişinden sürekli olarak
şikâyet eder. Dolayısıyla bu eksikliğimizi bizzat kendisi eserlerinde
telâfi etmeğe çalışır. Bunun için de o her şeyden önce çağının
psikolojik gelişmelerini, bunların edebiyat ve sanat eserlerine tatbikini
yakından izlemiş, eserlerinde bunlardan istifade etmiştir. Ancak bu
arada, her eserine kendi şahsiyetinin damgasını vurmayı da başarmıştır.
Abdullah Efendi’nin Rüyâları'ndan yola çıkarak HUZUR'un, gerçekten
hikâyenin genişletilmiş şekli olduğunu ortaya koymuştur.
Yalnız Tanpınar’ın, çeşitli bilgilere sahip olduğunu ve bunları öğrencilerine
aktardığını bildiğimiz halde onun bu eserlerinde didaktik
bir iz bulamadığımızı da belirtmeliyiz. Tanpınar, sanat atmosferinden
asla kopmayan bir yapıya sahipti. Bunu hiç şüphesiz estetik translarına
borçludur.
Tanpınar’ı, şiirlerinde sanatının, sanat eserinin doğuşunu bizzat
hisseden, onu takibeden, bunu yaparken de sanat esprisini asla kaybetmeyen,
trans halini asla bozmayan bir sanatkâr olarak gördüğümüzü
de söylemeliyiz. Tanpınar'ın bu halini, onun estetik translarını incelemeyenler
kolay kolay göremezler.
Tanpınar, eserlerinin malzemesini, türü ne olursa olsun sanatın tabiî
yapısı içine sokarak vermeyi başarmış bir sanatçıdır. HUZUR romanı,
sosyal heyecanların, sosyal problemlerin ve psişik bunalımların
doğurduğu bir roman olmakla beraber bir takım geçici mesajların peşine
düşmemiş, güdümlü hale gelmemiş, tamamen insanın temel duygularına
oturmuş, estetik translarla çok değişik, alışılmışın dışında bir
üslûp sergilemiştir.
Tanpınar'ın estetik transları ve bu transların ortaya çıkardığı
sanat orijinalitesi onun şiirlerinde derin bir muhteva ile karşımıza çıkar.
Şair bu muhtevaya:
"Şiirlerimde tamamen kendimin, hikâye ve romanlarımda ise kendimle
birlikte başkalarının da peşindeyim." diyerek açıklık kazandırmıştır.
Tanpınar’ın şiirlerindeki temler genel olarak sanatın bizzat kendisidir.
O, bu konuda bir nevi oto-gözlemcidir. Sanatta ebediliğini sağlayan
unsurları çok tabiî bir tavırla yakalar. Mezar taşına talebesi
Kaplan’ın yazdırdığı, "Ne içindeyim zamanın, /Ne de büsbütün dışında;
/Yekpare geniş bir ânın /Parçalanmaz akışında." şeklindeki
dörtlüğünde, estetik transa girdiği o "ân"ı çok orijinal bir ifade ile dile
getirir. Bu dörtlükteki "geniş bir ân" trans hâline girdiği ândır, O ânda
doğan her şey yepyeni, orijinal, alışılmışın dışı ve sanatkâra hastır.Şair diğer bir şiirinde sanatını ortaya koyduktan sonra onunla bir diyalog
kurar. Kendi şiiri ona:
“Bütün gözyaşların işte! “ der. (Şiirler, s.33). Tanpınar, gerek şiirlerinde
gerekse nesirlerinde Fransız sembolistlerinden çok etkilenmiş,
Freudizmin insanı açıklayan görüşlerini benimsemiş ancak bunların
bir nakilcisi olmamış, bu görüşleri kendi dünyasında bizim kültürümüzle
sentezleyip vermiştir.
Tanpınar, BEŞ ŞEHÎR adlı orijinal nesir türüyle bizim kültür ve
sanat tarihimizin âdeta şiirini yazmıştır. Bu eserin dünya edebiyatında
tür ve işleniş bakımından belki bir eşi ve benzeri yoktur. Ayrıca estetik
trans bakımından çok zengin bir eserdir. Dış tembihlerin iç dünyada
bu derece değişik ve estetik duyuşlar uyandırması, bu derece
orijinal bir kalıba dökülmesi hayrete şayandır.
Tanpınar, sanatta tesadüfleri aşan bir şairdir. O bir şiirinde:
“Hangi güvercin kanadı / Köpükten çırpınışında, / Bu sarayı tamamladı
/ Her tesadüfün dışında; “ der (Şiirler, s.11).
Tanpınar'ın, SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ de tem ve
işleniş bakımından çok özel, çok şahsî bir romandır. Bu romanın kahramanı,
iskelede saatin altında vapur beklerken anî olarak bulunur.
Yazarda zaman kavramı büyük bir önem taşır. Onun bütün eserlerinde
"zaman" en küçük parçası "ân" lordan başlayarak en uzun kavramı
diyebileceğimiz sonsuzluğa doğru akıp gider. Bu zaman kavramı
daha çok geçmişe yöneliktir. YAZ YAĞMURU adı altında topladığı
yedi hikâyesinde de durum pek değişmez. Bu hikâyelerde de şairi
transa sokan estetik özler hemen hemen aynıdır. Fikse olduğu belli
fenomenler yine karşımıza çıkar. "Su", "rüya", "teslim olmak" (kendini
bir fenomenin cazibesine kaptırmak) ta, "Âdem ile Havva"ya kadar
uzanan bir regresyona girmek, "yolculuk" ve " gece" başlıkları
altında hikâyeler düzenlemek gibi...
Yazarın, SAHNENİN DIŞINDAKİLER romanı ise, kahramanlarının
adları dolayısıyla HUZUR romanını hatırlatır. Bu romanda yazar,
diğer eserlerinde pek dokunmadığı bir muhtevayı, arada kalanları
ele almağa çalışır. Ancak aradıklarının transına kolay kolay giremez
ve dolayısıyla roman Huzur’a kıyasla zayıf kalır.
MAHUR BESTE de, kalite bakımından aşağı yukarı SAHNENİN
DIŞINDAKİLER romanını hatırlatır. Bu romanda da HUZUR'un veya
BEŞ ŞEHÎR’in translarını bulmak mümkün değildir.Tanpınar'ın, EDEBİYAT ÜZERİNE MAKALELER başlığı altında
toplanan yazılarında da yine sanat temi ağırlık taşır. Dolayısıyla
yazarı bu yazılarında da estetik trans halinde buluruz. Sanat konusu
onu tamamen inisiye etmiştir. Makaleyi de âdeta bir sanat eseri haline
getirmiştir.
"YAŞADIĞIM GİBİ " de ise, fikir yazıları daha geniş bir yer tutar.
Buna rağmen yazar gene de kendini kolay kolay estetik translardan
kurtaramaz. Yer yer, hele musikî konusunda çok değişik ve zengin
duyuşlar sergiler.
Yazarın "MEKTUPLAR"ı sanat eserine daha yakındır. Onlarda
içini döktüğü için ve daha samimî olduğu için bizim araştırmamız bakımından
bazı romanlarından daha bol bir malzeme ile karşılaşırız.
Mektuplarında, hususiyle Avrupa’daki sanat çevrelerinin çehresini
verdiği için sanat yapmaktan kendini alamamıştır. Hattâ denilebilir
ki bu mektupları birer sanat raporu niteliğindedir.
Gezileri esnasında gördükleri onu hayli etkilemiştir. Değişiğin peşinde
olan yazar bu gezilerinde bilhassa Paris'in sanat hayatından ve
resim sergilerinden uzun uzun söz eder.
" AYDAKİ KADIN " romanı, Tanpınar’ın estetik transları ve bu
transların kaynakları bakımından çok orijinal bir romandır. Zaten bu
romanın yazılışı da bu konuda kâfi derecede ipucu vermektedir. Zira
yazarın bu romanı yazarken ortaya çıkan trans hallerinde hemen oracıkta
kaleme kâğıda sarıldığı ve o halini kaybetme telâşı içinde yazdığı,
ölümünden sonra Türkiyat Enstitüsü’ne verilen müsveddelerinde
çok kere romanın planından ayrıldığı ve hattâ yazdığı kâğıtlara sayfa
numarası vermeyi bile unuttuğu bu halin açık birer delilidir.
Kısaca bu eser tam bir "estetik trans hamuru" şeklinde ele geçmiştir.
Bir kaç taslağı üzerinde çalışılarak yayınlanabilen bu roman
aynı zamanda "regresyon"lar bakımından da çok zengin bir romandır.
Yukarıdan aşağıya vermeğe çalıştığımız bu görüş açısıyla araştırmamız
ilerledikçe geliştirmeğe çalıştığımız metot iyice berraklık
kazandı. Yaptığımız denemeler, "estetik trans" bakımından Tanpınar'ın
eserlerinin çok zengin bir malzeme ihtiva ettiğini gösterdi. Dolayısıyla
bu araştırmanın konusunu Sayın Prof. Dr. Ayhan Songar'la
birlikte, bir doktora çalışmasına yakışır şekilde, "AHMET HAMDİ
TANPINAR'DA ESTETİK TRANS" olarak tesbit ettik.Nihayet, Tanpınar'ın bütün eserlerini içine alan bu araştırma senelerden
beri süzüle gelen bir düşüncenin, bir merakın ve aynı zamanda
sistemli bir çalışmanın sonunda bu seviyeye ulaştı.'
İncelememizin bu seviyeye ulaşmasında değerli tenkitlerinden yararlandığım
kıymetli hocam Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu ve
Yeni Türk Edebiyatı’nda özellikle "tenkit" konusunda dikkate değer
ça1işmaları bulunan ve bu araştırmayı okuyarak görüşlerini bildiren
Doç. Dr. Bilge Ercilasun'a şükranlarımı sunarken bu araştırmanın gerektirdiği
malzemenin tesbit şeklini ve tesbit edilen malzemenin
oturması gereken zemine oturtulmasını sağlayan, pek çok işlerini ve
çeşitli meşgalelerini dakikalara sığdırmak zorunda olan ve bu kadar
kesif faaliyetleri arasında bana da çok kıymetli zamanlarını ayıran ve
bundan asla tedirginlik duymayan büyük insan, fedakâr dost, değerli
ilim ve fikir adamı sayın hocam Prof. Dr. Ayhan SONGAR'a sonsuz
teşekkür, sevgi ve saygılarımı bu vesileyle bir kere daha arz ederken
ortaya çıkan bu çalışmanın Yeni Türk Edebiyatı âlemince değerlendirilmesini,
tenkit ve süzgeçten geçirilmesini ümit etmek istiyorum.
Dr. Vahap KABAHASANOĞLU